Arz Güvenliği ve Hes'ler

Türkiye birincil enerji tüketimi 1990 yılından 2008 yılına kadar olan 18 yılda % 100’den fazla artış göstermiştir. ETKB verilerine göre “1990‐2008 döneminde ülkemizde birincil enerji talebi artış hızı aynı dönemde dünya ortalamasının üç katı seviyesinde (ortalama % 3,95/yıl) gerçekleşmiştir. Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde geçtiğimiz 10 yıllık dönemde enerji talep artışının en hızlı gerçekleştiği ülke durumundadır. Aynı şekilde Türkiye, dünyada 2000 yılından bu yana elektrik ve doğal gazda Çin’den sonra en fazla talep artışına sahip ikinci büyük ekonomi konumundadır.

ETKB tarafından yapılan tahminler bu eğilimin orta vadede de devam edeceğini göstermektedir. 2008 yılı sonu itibariyle, 106,3 milyon tep değerine ulaşan birincil enerji tüketiminin, referans senaryo olarak adlandırabileceğimiz kabuller çerçevesinde, 2020 yılına kadar olan dönemde de dünya ortalamasının üzerinde kalarak yıllık ortalama yüzde 4 civarında artması beklenmektedir.

Ancak dünyadaki son ekonomik kriz Türkiye’yi de etkilemiştir. Buna bağlı olarak, 2008 yılının ikinci yarısında ve 2009 yılında enerji tüketimindeki artış eğilimi tersine dönmüş, 2009 geçici rakamlarına göre enerji tüketimi 106,3 mtep’den 99,5 mtep‘e düşmüştür. Talebe bağlı olarak 2008’de 29,2 mtep olan yerli enerji üretiminin 2009 yılında 28,4 mtep’e düştüğü hesaplanmaktadır. Bu düşüş eğilimi 2010’la birlikte tekrar eski haline dönmeye başlamıştır.

Enerji arzında dışa bağımlılık ülkenin enerji politikalarında çözülmesi gereken bir sorun olarak durmaktadır. 1990’lı yıllarda %48 olan yerli üretim payı yıllar içerisinde gittikçe azalarak 2007 yılında % 25,5’e, enerji fiyatlarının artmasını takiben 2008 yılında %27,5 seviyesine gerilemiştir. Bu kaynaklardaki tüketim artışına bağlı olarak, 2008 yılı enerji ithalat gideri 48,2 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. Krizle birlikte hem tüketimin azalması, hem de uluslararası enerji fiyatlarının düşmesi nedeniyle enerji ithalat gideri ancak 29,8 milyar dolar seviyesine düşmüştür.

Enerji arz sisteminin gittikçe artan ithalat bağımlılığının yanı sıra enerji tüketiminin (sırasıyla) %30 ve 32’sini teşkil eden petrol ve doğalgazda (sırasıyla) %7 ve %3 oranında yerli üretim payı vardır. İthalat bağımlılığını azaltacak olan hidrolik ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından yapılan üretim, yerli üretimin %15,4’ünü oluşturmakta ve toplam enerji talebinin %4,3’ünü karşılamaktadır.

Petrol ve doğal gaz, enerji talebindeki artışın karşılanmasında ekonomik ve stratejik önemini sürdürmektedir. Nitekim petrol, ulaştırma sektöründe ana yakıt olma özelliğini korumaktadır. Doğalgaz ise elektrik üretimi ve sanayinin temel girdileri arasında payını bugün olduğu gibi muhafaza edecek ve belirli oranda artıracaktır.

Ülkemizde 2008 yılında üretilen birincil enerjinin %57’si (16.671 mtep) yerli kömürdür. Ancak kömürün birincil enerji tüketimindeki payı, doğal gaza verilen ağırlık nedeniyle, 2000 yılında % 15,5 iken 2007 yılında %13,7 seviyesine gerilemiştir, 2008’de ise %15,7 olarak gerçekleşmiştir.

1990 yılında 2,8 milyon ton olan yerli taş kömürü üretimi, yıllar içinde artış ve azalışlar göstererek 2008’de 2,6 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Diğer yandan taş kömür ithalatı 1990’da 5,6 milyon ton iken, 2008 yılında dört misline yakın artarak %19,5 milyon tona ulaşmıştır. EPDK’dan lisans alan yeni ithal taş kömür yakıtlı santrallerin kurulu gücünün 7.470 MW olduğu göz önüne alındığında; önümüzdeki yıllarda taş kömürü ithalatının daha fazla artacağı görülmektedir. İklim politikaları açısından bu tür bir projeksiyon bulunmamakla birlikte fiili gelişmeler bu yöndedir.

Arz tarafında, 5 milyon konutu ısıtabilecek jeotermal kapasitenin şu anda sadece 120 bin konutun ısıtılması için kullanılması, biyokütle yani bitki ve orman artıkları ile gübre potansiyelinin enerji üretimi için kullanılamaması, termik santrallerin bütün kirliliğini çeken civardaki halkın bu santralin ısısından yararlanarak, evini, işyerini veya serasını ısıtamaması gibi, enerji arzı alanında karbon açısından avantajlı imkânların değerlendirilemediği görülmektedir.

Çok yüksek ve fahiş oranlarda artan petrol ve doğalgaz fiyatlarının dünya marketlerini sarsmaya devam etmesi ve küresel düzeyde hidro, rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarında ani talep artışı olması nedeniyle enerji arz güvenliği, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, küresel ısınma, sera gazı emisyonları ve iklim değişiklikleri bağlamında önemli bir yere sahip olan nükleer enerji santralleri, çoğu ülkenin enerji eylem planları ve enerji stratejisi programları kapsamında odak noktası ya da cazibe merkezi haline gelmeyi sürdürmektedir.

Enerji güvenliği konusunda izlenebilecek ilk strateji, kaynakların çeşitlendirilmesi; kaynakların çeşitlendirilmesinin de ilk ayağı, fosil yakıtlara, dolayısıyla da fosil yakıt tedarikçisi ülkelere bağımlılığı uzun vadede sona erdirecek alternatif enerji kaynaklarının kullanımıdır. Günümüzde marjinal düzeyde kalan hidro, güneş, rüzgâr, biomass, atık ve jeotermal enerji kaynakları kullanımının önümüzdeki yıllarda çok daha yüksek olması yönünde özellikle de Avrupa Birliği nezdinde birçok proje yürütülmektedir. Uluslararası raporlar, 2030 yılında bile dünya enerji talebinin ancak %13,8’nin yenilenebilir kaynaklardan karşılanabileceğini öngörse de Türkiye’nin bu alanda sahip olduğu potansiyel, göz ardı edilemeyecek düzeydedir. Çeşitli raporlarda yer alan tahminlere göre su kaynaklarının sadece üçte birini kullanabilen; jeotermal enerji potansiyeli açısından Avrupa’da 1. dünyada 7. sırada bulunan, ancak bu potansiyelini kullanamayan; rüzgar enerjisi potansiyelini değerlendirmede Kuzey Afrika ülkelerinin bile gerisinde kalan bir ülke durumundayız. Alternatif enerji alanında yapılan yatırımlara Avrupa ülkelerinde önemli teşvikler verilmektedir. Teşvik vermenin Türkiye’nin ekonomik koşulları ile tam örtüşmediği bilincinden hareketle, yatırımcılara en azından kısa, orta ve uzun vadelerde istikrar arz eden hukuki alt yapısal desteklerin sunulması durumunda, Türkiye’nin özellikle elektrik tüketimi ve ısınma maliyetlerinin kayda değer bölümünün kendi potansiyel kaynaklarından karşılanabileceğine inanıyoruz.